artini.io

Maniyerizm: Kusursuzluğun Gölgesinde Doğan Huzursuzluk

Sanat tarihi yazımızı sanatın kusursuz zirvesi rönesansta bırakmıştık:mLeonardo’nun dingin gülümsemesi, Raphael’in kusursuz freskleri, Michelangelo’nun insan bedenini tanrılaştıran tavan resimleri… Altın oranlarla hesaplanmış perspektifler, uyumlu figürler, insan aklının doğaya hükmettiği o görkemli denge. Yunan ve Roma antikitesini almış, adeta gölgede bırakmış ustaların çağı. Her şey öylesine kusursuzdu ki, sanatçılar bir süre sonra bu kusursuzlukla ne yapacaklarını bilemez oldular. İşte Maniyerizm böyle bir ortamda doğdu: Mükemmelliğin içinde beliren bir huzursuzluk, estetiğin içinden sızan bir fazlalık hali. Diğer yanda ise ustalarını aşmak isteyen genç sanatçıların dikkat çekmek için onlarınkinden daha yapay, daha anlaşılmaz, daha karmaşık eserler yaratma isteği.

Rönesansın ölçülü aklı, tarihin sayfalarında bir idealleştirme olarak kalırken, sanatçılar kendi çağlarının kaygılarına, dinsel çalkantılarına ve bireysel çıkmazlarına daha “bozuk”, daha çarpıtılmış bir görselliği yakıştırdılar. Bu yüzden Maniyerizm yalnızca bir üslup değil, aynı zamanda bir ruh halidir: Düzenin fazla parlak geldiği yerde çatlakları gören, kusursuzluğu fazla bulan bir ruh hali!

Kökenler: Kusursuzluktan Sapma

“Maniera” sözcüğü, İtalyanca’da “tarz” ya da “üslup” demektir. Maniyerizm, aslında “tarzlılık” yani bilerek yapaylığa kaçmak, üslubun fark edilmesini sağlamak demekti. Rönesans’ın doğal uyumu yerine, sanatçılar bilinçli biçimde doğallıktan uzaklaştılar. Bir bakıma “fazla iyi yapılmış” sanata bir ironiyle karşılık verdiler: uzun boyunlar, eğrilmiş bedenler, sıkışık kompozisyonlar, gerçeküstü renkler.

Bu dönüşüm, sadece estetik bir arayış değildi; Reform ve Karşı-Reform’un gölgesinde, dinsel çatışmaların ve toplumsal belirsizliklerin yarattığı gerilimin de bir yansımasıydı. Artık sanatın konusu yalnızca ilahi uyum değil, aynı zamanda insanın varoluşsal çarpıntılarıydı.

Pontormo ve Rosso: Çarpık Başlangıç

Maniyerizmin ilk kıvılcımları Floransa’da Pontormo ve Rosso Fiorentino ile ortaya çıktı. Pontormo’nun Çarmıhtan İndiriliş’i (1528), perspektifin bilinçli olarak terk edildiği, figürlerin boşlukta süzüldüğü, neredeyse ağırlıksız bedenlerle dolu bir resimdir. Yüzlerdeki duygular aşırı dramatiktir; seyirci, düzenli bir matem değil, kaotik bir duygusal selin içine çekilir.

Pontormo, Deposition from the Cross

Rosso ise daha serttir: figürleri grotesk, renkleri çiğ, kompozisyonu huzursuz. İki sanatçı da Rönesans’ın dinginliğini bozarak yeni bir dile kapı araladılar.

Rosso, Deposition

Parmigianino ve “Uzun Boyunlu Meryem”

Maniyerizmin en ikonik ifadesi Parmigianino’nun Uzun Boyunlu Meryem’idir (1535). Meryem’in boynu zarif ama neredeyse bir sütun gibi abartılmış, bacakları sonu gelmez bir şekilde uzatılmıştır. Oranlardaki bu sapma, kutsal figürü yüceltmekten çok seyircide bir tedirginlik yaratır. Elin zarif kıvrımı, bakışın yapay dinginliği… Tüm bunlar sanatçının bilinçli seçimleridir ve doğal güzellikten vazgeçerek beklenmedik olanı yaratması belki de onu ilk modern sanatçılarda biri yapıyordur!

Parmigianino, Madonna with the Long Neck

Cellini: Heykelde Gösterişli Abartı

Ressamların yanı sıra heykelde de Maniyerizm kendini gösterdi. Benvenuto Cellini, Perseus ve Medusa heykelinde Rönesans’ın dengeli anatomisini abartılı bir teatral jestle bozdu. Perseus’un zafer edası, bedendeki kasların kıvrımı, heykelin neredeyse sahnede donmuş bir aktör gibi durması… Bu, Rönesans’ın “denge” anlayışından çok, “gösteriş” anlayışına yakın bir tavırdır. Ayrıca Medicilerin güç gösterisi ile Piazza della Signoria’ya yerleştirdikleri büyük ustaların mermer eserlerinin arasında, yarım yüzyıl sonra denenmiş bütün kalıp ile bronz heykel yaratma methoduyla yarattığı Perseus ve Medusa heykeli adeta bir meydan okumaydı diyebiliriz. Zira aynı meydanda Michelangelo’nun David’i, Bandinelli’nin Hercules ve Cacus’u, ve Donatello’nun Judith and Holofernes’inin mermer heykellerinin arasında baktığı kişileri taşa çeviren Medusa’nın kesik kafası ve onu tutan güçlü Perseus!

Cellini, Perseus with the Head of Medusa

Tintoretto: Venedik’in Dramatik Denemeleri

Yine biraz Floransa dışına seyahat edelim ve masallar diyarı Venedik’e uzanalım! Karşımızda Tiziano’nun mükemmelliğinden bıkmış yenilik ve heyecan peşinde bir Tintoretto. Maniyerizmi kutsal metinlerdeki sahnelerin hakettiğine inandığı canlılık ve etkileyicilikle, güçlü bir teatral görsellikle işlediğini görürüz. Onun Son Akşam Yemeği (1594) tablosunda perspektif eğik, ışık dramatik, figürler adeta sahnede koşuşturur gibi hareketlidir. Leonardo’nun Son Akşam Yemeği’ndeki düzenli kompozisyon burada yerini kaotik bir dramatizme bırakır. Tintoretto’nun fırçası hızlıdır, figürleri uzundur, gölgeler sahnenin içine gerilim katmaktadır. Bu, Maniyerizmin baroka en çok yaklaşan yüzlerinden biridir diyebilirim.

Tintoretto, Last Supper

El Greco: Mistisizmin Ucu

Maniyerizmin zirvesi için tutkulu bir dindar, Bizans döneminin Girit’inden, rönesansın uğramadığı topraklardan çıkıp Venedik’e gelen El Grecoo’ya bakmak gerekir. Rönesansın doğallık ve mükemmellik anlayışları ile hiç tanışmadığı ve dinsel metinleri hali hazırda coşku verici bulduğu için Tintoretto’nun eserlerinde bir yapaylık bulmamakla kalmadı, bu alanda onu bile arkasında bırakır! Toledo’da yaptığı resimlerde figürler adeta göğe doğru eriyen alevler gibidir. Rönesans’ın akılcı düzeni burada yoktur; yerine ruhani bir ateş, trans halinde kıvrılan figürler vardır. El Greco’nun üslubu, Maniyerizmi mistik bir coşkuya taşıyarak Barok’un duygusal yoğunluğuna öncülük etmiştir adeta. Oradan daha da ileri gidersek El Greco’nun canlı renk kullanımı, döngüsel kompozisyonları ve adeta plastik formlarının izlerine Picasso’dan Cezane’a, Velazquez’e kadar modern ustaların eserlerinde rastlamak mümkün!

El Greco, The Burial of Count Orgaz

Kuzey Avrupa: Holbein ve Bruegel

Güneyde sanatçılar yenilik ve önceki nesilleri aşma yarışındayken kuzeyde bambaşka bir gündemden söz edilir: reformun getirdiği anlayış ile kilise resimleri ve Katolik gelenekleri ile verilen savaş, resim sanatına da darbe vurmuştur. Adeta resme devam edilip edilmeyeceğinin tartışıldığı bu sanatsal bunalım döneminde oradan çıkıp önce Basel’de sonra Londra’da işlerini üreten Genç Hans Holbein’dan bahsetmemek olmaz! Hans Holbein genç yaşta ölmüş olsa da portrelerindeki zarif abartı, özellikle detaylarda gösterdiği ustalık, “fazla gerçekçilik” ile maniyerist tavrı hissettirir. Holbein genellikle Londra yıllarında yaptığı ünlü portrelerle tanınsa da burada onun “Ölü İsa’nın Mezardaki Bedeni” tablosundan kısaca bahsedelim. Bu eserde İsa’nın bedeni her ölümlü gibi çürümeye başlamış ve öyle acımasız bir gerçekçilikle resmedilmiş ki bu İsa’nın Tanrı’nın ölümsüz oğlu, her zaman kutsal ve ışık saçan şekilde görmeye alıştığımız hali ve Hristiyan inanışı için resmen devrim niteliği taşımış ve gören herkesi derinden sarsmış. Dostoyevski’nin bu dev tabloyu görünce neredeyse bayıldığını ve imanının derinden sarsıldığını daha sonra bu konuyu romanı Budala’da da (ve daha sonra pek çok eserinde) ele aldığını biliyoruz!

Genç Hans Holbein, Ölü İsa’nın Mezardaki Bedeni

Bu esnada kuzeyde Reform bunalımını aşabilen tek ülke olan Flemenkte ressamlar portre dışında çiçeklere, ağaçlara, objelere, mekanlara odaklanmış, betimleme alanında müthiş yeteneklerini sergilemişler.  Ve bu dönemin en ünlü ressamı Yaşlı Pieter Bruegel bambaşka bir yönden maniyerizme dokundu: köylü sahnelerindeki grotesk ifadeler, kalabalık kompozisyonların karmaşası, insana dair neşeli ve ironik bakışı… Onda Rönesans’ın ciddi dünyası değil, insana dair absürt ve grotesk bir bakış açısı vardı.

Pieter Bruegel, Köylü Dansı

Barok’a Doğru

Maniyerizm uzun bir dönem değil, daha çok bir geçiş evresidir. Rönesans’ın fazla düzenli kusursuzluğuna karşı bir huzursuzluk, bir “fazla” yaratımıdır. Ama bu huzursuzluk kalıcı olmadı. Avrupa, Karşı-Reform’un etkisiyle daha güçlü bir görsel dile ihtiyaç duyuyordu: halkı, kiliseyi, iktidarı etkileyen, duyguları sarsan bir dile.

İşte Barok burada devreye girdi. Maniyerizmin teatral jestleri, Barok’ta düzenli ve dramatik bir sahneye dönüştü. Tintoretto’nun dramatizmi Caravaggio’nun ışıkla yıkanmış gerçekçiliğine evrildi; Cellini’nin gösterişli heykel dili Bernini’nin duygusal teatralitesine ulaştı. El Greco’nun mistik kıvrımları, Barok’un coşkulu gökyüzüne dönüştü.

Maniyerizm, Rönesans’ın huzursuz çocuğu, Barok’un öncülüydü. Kusursuzlukla hesaplaşan, mükemmelliğin içindeki çatlağı gösteren bir ara dönem. Sanat tarihinde kısa sürdü belki, ama tam da bu yüzden unutulmaz: kusursuzluğun ne kadar dayanılmaz olabileceğini hatırlattığı için.

Işıl Bayraktar

Alışveriş Sepeti Kapat